Ayhan NASUHBEYOĞLU


ayhannasuhbeyoglu@gmail.com
  Tüm Yazıları

TEVFİK FİKRET HAYATI ŞAİRLİĞİ ve ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

 Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı karşısındaki ekonomik güçsüzlüğü daha 18. Yüzyıla gelmeden ortaya çıkmıştır. Sağladığı sermaye birikimi ile Sanayi Devrimini de gerçekleştirerek kapitalist ekonomi modelinde mesafeler kat ediyordu. 15. ve 16. yüzyıllarda askeri yönden güçlü olan imparatorluk, tarihi süreç içinde ekonomik üretimi arttırıcı ve sermaye birikimi sağlayıcı değişikliklere gidemediği için batının gelişimine ayak uyduramamıştır.

TANZİMAT EDEBİYATI

       Tanzimat Dönemi Türk edebiyatında ilk değişimler gazetelerin aracılığıyla başlar. İlk Türk gazetesi Takvimi-i Vekayı 1831 yılında devlet eliyle çıkarılır. Batılı anlamda ilk tiyatro denemesi 1860' da Tercüman-ı Ahval gazetesinde tefrika edilen Şinasi'nin “Şair Evlenmesi” dir. İlk roman ise Yusuf Kamil Paşa'nın Fenelon' dan çevirdiği “Telemak” tır. Asıl en önemli değişiklik Tanzimat Fermanı’ ndan bir yıl sonra çıkan Ceride-i Havadis’ tir. Bu gazetenin yazı kurulu Türklerden oluşuyordu.

        Batılı edebiyatın ilk örnekleri bu gazetede görülür. Bilim, ahlak, edebiyat üzerine makaleler, oyun özetleri, basit hikayeler biçiminde kısaltılmış romanlar, Avrupa gazetelerinden alınmış haberler vb.

        Bu arada Batı kültürüyle beslenmiş dil bilen bir kadroda yavaş yavaş oluşmaktadır. 1820 - 1830 yılları arasında doğmuş olan kişilerin oluşturduğu bu kadro 1850 den sonra sahneye çıkar. Adları Cevdet Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa, Şinasi ve Münif Paşa’ dır. Tercüman-ı Ahval’ in ilk sayısına yazdığı “Mukaddime” ile bir dil değişiminin programını ve kalın çizgilerini ise Şinasi getirecektir.

        Denilebilir ki üç beş kişinin elinde süslü bir oyuncak olan edebiyat Şinasi' nin girişimiyle halkın eğitilmesi için bir araç görevini yüklenir. Aktarılan düşünceler ne olursa olsun edebiyatın görevi ve niteliği değişmiştir artık. Yapmacığın yerini doğal, hayalin yerini gerçek almıştır. Biçim değil, öz öne çıkarılmış, söyleme biçimi, söylenecek olanın buyruğuna girmiştir. Bu değişim var olan edebiyat dilinin de değişmesini gerektiriyordu.

        Tanzimat Dönemi yazarları bir dil tartışmasını hayatları boyunca yanlarında taşıyacaklardır. Eskiye karşı yeniyi savunurken bu dil sorunu tartışmaların merkezi olacaktır.

        Şiir Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal'i izleyen kuşakta, 1870’ ten sonra ön plana geçer. Tanpınar'ın deyişiyle “sanatta ilk gelenlerin yolu açmak, kımıldatıcı fikir bulmak gibi  nevi muayyenlik kazanır”. İşte Abdülhak Hamit şiir dilinde yaptığı devrimi, kendisinden önceki deneyleri değerlendirerek gerçekleştirir. Eski şiirin en güçlü yanı, biçim tutsaklığını ve imge düzenini parçalar.

        Recaizade Ekrem de Abdülhak Hâmid’in yanında eskiye karşı yeni şiirin kurallarını koyan adamdır.

        Kahramanlar geride kalmıştır. Şair bir kurtarıcı değildir artık. Bireyin dünyasına kapanmıştır. Aslında düşüncenin sınırlandırıldığı, siyasal baskının arttığı yeni bir dönemin doğal sonucudur bu.

        Şimdi biraz geriye dönüp, Tevfik Fikret'in doğduğu yıllardan başlayarak asıl konumuza gelebiliriz.

        Tevfik Fikret'in 19. yüzyılın ikinci yarısı İmparatorluğun tam bir yıkılma sürecine girdiği dönemdir. Padişah Abdülaziz dir. 5. Murad; daha sonra II. Abdülhamid'in tahta geçtiği yıllar Osmanlı İmparatorluğunun en çalkantılı yılları olacaktır.

İşte çocukluk yıllarında Tevfik Fikret'in yetiştiği siyasal ve genel toplumsal ortam budur.

Asıl adı Mehmet Tevfik olan Fikret 24 Aralık 1867'de Bostan-ı ali Mahallesi'ndeki bir evde dodoğdu.

        Babası Çankırı Çerkeş Kazasından Ahmet (Ağa) nın oğlu Hüseyin Efendi, Annesi Sakız’lı Hatice Refia Hanım’dır.

Hüseyin Efendi Hama, Nablus, Akka, Urfa, Halep Mutasarrıflıkları görevlerinde bulunmuş, Antebi istemiş ve burada vefat etmiştir (1905). Annesi Hatice Refia Hanım da gittiği Hicaz’ da kolera salgınından ölecektir. Böylece Fikret daha 12 yaşındayken öksüz kalacak, büyük yengesinin himayesine girecektir. Fikret'in çocuk yaşta uğradığı ilk yıkım budur.

        Nitekim yıllar sonra yazdığı “Uzletgeh-i Maderi Ziyaret” adlı şiirinde annesinin ölümünün kendisinde yarattığı acıyı dile getirir. “Bir Tasvir Önünde” adlı şiirinde ise, babasını anarak, Haluk'a damarlarında asil bir kan aktığını söyler.

        Çocukluğunda haşarı ve yaramaz olduğunu İsmail Hikmet Ertaylan’a kendisi anlatmıştır. Öğrenimine Aksaray'daki Valide Rüştiyesinde başlar. Ama okul binası “93 Harbi” göçmenlerinin yerleştirilmesi için boşaltılınca Galatasaray Sultanisi’ ne verilir. Bu okulun Fikret'in yetiştirilmesinde rolü büyüktür.

        1 Eylül 1868'de açılmış olan Galatasaray Lisesi, eski adıyla Mekteb-i Sultani döneminin en önemli eğitim ve öğretim kurumlarından biridir. Çağdaş bir öğretim sisteminin uygulandığı okulda, derslerin çoğu Fransız Öğretmenler tarafından verilmektedir. Türk öğretmenlerden oluşan kadroda ise o yılların tanınmış simaları bulunmaktadır. Abdurrahman Şeref, Hacı Zihni Efendi, Muallim Feyzi, Recaizade Ekrem, Muallim Naci bu adlar arasındadır.

Fikret, edebiyat ve şiir zevkini Galatasaray'da tadar. Özellikle başarılı olduğu eserler kitabet ve yazıdır. Abdurrahman Şeref yıllar sonra yazısının güzel ve silintisiz olduğunu anımsayacak, bütün öğretmenlerince el üstünde tutulduğunu söyleyecektir.

        Ruşen Eşref'in söylediğine göre de Fikret Şeker Ahmet Paşa'dan ve bazı Fransız resim öğretmenlerinden ders almıştır.

        Sınıflarını hep birincilikle geçen, geniş omuzları, güçlü kolları ve kendisini herkese saydıran davranışlarıyla küçük öğrencilerin koruyucusu olan Fikret, şiire Galatasaray'da başlamıştır. İlk etkilendiği Şair, hocası Muallim Feyzi dir.

        Fikret'in şiire başladığı yılı kesin olarak bilemiyoruz kendisi o yılları şöyle anlatır:

        “Daha bir çocuk, mektep çocuğu idi; Mekteb-i Sultani nin ikinci sınıfına devam eder; 15-16 yaşlarında cılız bir öğrenci idi. O zamanlarda Nazirenüvistlik  (nazirecilik) en parlak marifetlerden sayılırdı. Çocuk bunu mektep haricinde, tatil günlerinde eline geçirdiği bazı eserlerin mütalaasından anlar, övgü söyleme, gazel yazma hevesinden kendisini kurtaramazdı.

        Fikret'in ilk şiirleri, o sıralarda yeni bir klasizm yaratmak Muallim Naci ve Muallim Feyzi etkisi taşırlar. Öz ve biçim olarak Divan şiirinin birer kopyası olan bu şiirler bir edebiyat heveslisin in ilk ürünleridir.

        Galatasaray'ın dördüncü sınıfındayken,  Muallim Feyzi'nin aracılığıyla ilk gazellerinin Tercüman-ı Hakikat’ de yayınlandığı görülür. Bu yıllarda Muallim Naci Tercüman-i Hakikat’ ın edebiyat sayfasını yönetmekle görevlendirilmiştir.

        Fikret yaşadığı sürece doğru bildiğinden şaşmayan bir karaktere sahiptir. Tek silahı da istifadır. Kısa bir süre sonra girdiği Sadaret Mektubi Kaleminden çabuk kopacaktır.

        Yıl 1889’ dur. Bir yıl sonra geçim zorluğu onu Sadaret Mektubi Kalemine döndürecektir. Gedikpaşa Ticaret Mektebi’ ndeki husn-i hat (yazı) ve Fransızca öğretmenliğine de bu sırada getirilir. Yine aynı yıl dayısı Trabzon Valisi Mustafa Bey'in kızı Nazım'a hanımla evlenir. Bu yıllarda Fikret'in siyasal tavır aldığını gösteren hiçbir belirti yoktur.

       Galatasaray mezunu, devlet memuru, evine ve eşine bağlı genç Fikret tanınan bir şairdir artık. 1891'de yayımlanmaya başlanan ve ilk üç sayısında Muallim Naci'nin başyazar olduğu Mirsad dergisini İsmail Safa yönetmektedir. Genç Mehmet Tevfik’ i de korumaktadır. Mirsad' da yayınlanan şiirlerinde Abdülhak Hamid ve Recaizade etkisi belirgindir artık. Derginin açtığı “tevhid” ve “Sitayiş-i Hazret-i Padişah” konulu iki yarışmada birincilik kazanması ününü arttırır.

1892'de çok sevdiği Galatasaray'a öğretmen olacaktır. Bu görevde uzun yıllar kalmayacaktır.

        Önce de belirttiğimiz gibi, bu yıllar, Abdülhak Hamid'in etkisi görülmekle birlikte Fikret'in yeni bir arayış içinde olduğu, kişiliğini oluşturmaya başladığı yıllardır. Batılı Şairlerin ürünlerini asıllarından okur. Resime ilgisi, estetik üzerinde düşünmeye yönlendirecektir onu.

        Fikret Malumat’ ta yayımlanan şiirlerinden pek azını Rubab-ı Sikeşte’ ye almıştır. Bu şiirlerde daha sonra karşılaşacağımız karamsar Fikret’ten eser yoktur. Aşk ve tabiat temasının ağır bastığı şiirlerdir bunlar. Yalnız, söyleyişte, kelime seçiminde geleceğin Fikret' inin izlerini buluruz. Artık, etkilerden sıyrılmaya, kendi şiir dünyasını oluşturmaya başlamıştır.

        Bu arada Fikret'in hayatında önemli bir yer tutan oğlu Haluk doğmuş (1895) Edebiyat-ı Cedideciler yeni bir dergi çevresinde toplanmışlardır.

       1896 - 1900'lü yıllar Fikret'in hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Eski edebiyatı savunanlara karşı gençlerden oluşan yeni bir edebiyat cephesi oluşturmaya çalışan Recaizade Ekrem, eski öğrencisi Servet-i Fünun dergisi sahibi Ahmet İhsan’ la tanıştırır ve derginin yönetiminin ona verilmesini tavsiye eder.  Ahmet İhsan bunu severek kabullenir. Böylece Servet-i Fünun 7 Şubat 1896 tarihli 256. sayısından başlayarak tam yetkili Tevfik Fikret yönetiminde çıkar. Yine aynı yılın sonlarında beş yüz kuruş aylıkla Robert Kolej’ e Türkçe öğretmeni olur. Hayatının sonuna kadar ayrılmadığı,  toplumla ilişkisini kestiği yıllar bile bağlı kaldığı tek göre bu olacaktır.

        Aslında Serveti Fünun dergisi 1891 yılından beri yayınlanmaktaydı. Aslında anlaşılacağı gibi başlangıçta bir fen dergisi görünümündeydi. Üstelik sarayca da korunuyordu. İlk yazarları ise Nabizade Nazım, Ahmet Rasim ve Mustafa Sadık’ tı. Öte yandan, gerçi Muallim Naci ölmüştü (1893), ama eski saraydan da destek görerek iyice güçlenmiş, izleyicileri Naci'nin yerini doldurmakta gecikmemişlerdir. Malumat kapanıp da Baba Tahir'in eline geçince yenilikçi gençler Mektep Dergisinde toplanmışlardır.

        Servet-i Fünun çevresinde kısa sürede Cenap Şahabettin, Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit gibi gençleri toplayan Fikret, Kolej dışındaki bütün zamanını dergiye ayırarak öz ve biçim bakımından döneminin en iyi edebiyat dergisini çıkarmayı başardı. Bu arada 2. Abdülhamit'in aydınlar üzerindeki baskıları artıyor, bir yandan sansür, öte yandan jurnal yoluyla siyasal bir tavrı olmayan Servet-i  Fünuncular bile rahat bırakılmıyordu.

        Fikret Servet-i Fünun’ un yönetimini ele alıp da yenilikçiler güç kazanmaya başlayınca eskiyi savunanlar saldırılarını artırdılar. Servet-i Fünun’ culara karşı çıkanlar arasında şu adlar görülüyordu: Faik Esad (Andelib) Müstecabizade İsmet, Ahmet Rasim, Ali Kemal. Bunlardan Ali Kemal, Paris'ten İkdam Gazetesine gönderdiği yazılarda yenilikçileri eleştiriyor, Baba Tahir'in Musavver Malumat’ ı ise karşı hareketin merkezini oluşturuyordu. Halit Ziya Uşaklıgil bunu şöyle anlatır. “Asıl karşımızdakilerin hareket çarkı Baba Tahir'in elinde idi”.

        Bu adam kimdi? Nereden çıkmıştı, nasıl sivrilmişti. Bu ayrı bir makalenin konusu.

       Fikret Servet-i Fünunun başına geçtiği günden başlayarak “Muhasebe-i Edebiyye" leriyle hem kendilerini savunuyor, hem de nasıl bir şiir oluşturmaya çalıştıklarını açıklıyordu:

        Ne derseniz deyin nazım güzeldir pek

        Hüner tabiatı zevk-ı edeble meczederek

        O musiki-i semaviyi hasıl etmektir

        Ki ruha, bir bulutun düş-i ihtizarında,

        Kurar zarif a mutarra bir aşiyan-ı garam;

        O musikar-ı muhabbet ki tar-ı nazında

        “Kanadlı nağme.”bu ta’biri siz beğenmediniz

         Değil mi.. ?  Hikmete tek uyumuyor; fakat şair

         Kanad verir şair neye isterse, bir nihayetsiz

         Kanat hazinesidir hücre-i hayali anın.

        Bir başka yazısında ise, “Lisan daha incelmeli, daha derin daha tabii, daha hassas, daha şeffaf, daha münevver, daha hafif olmalı. Müteessir, mütefekkir görünmeli”. Peki ama nasıl dedikten sonra, dilin duyguyu ve düşünceyi iletişim aracı olduğunu, mütefekkir ve müteessir görülmenin bunun doğal sonucu olduğunu söyler.  Ahmet Mithat’ a karşı tepkisi de oldukça sert olur: “Timsal-i Cehalet” şiiriyle karşılık verir onun suçlamasına.

        Bu arada 2. Abdülhamid'in aydınlar üzerindeki baskısı gittikçe artıyor, bir yandan sansür, öte yandan jurnal yoluyla siyasal bir tavrı olmayan Servet-i Fünuncular bile rahat bırakılmıyordu. Aman vermeyen bir düşmandı sansür.

         Jurnalcilik o noktaya gelir ki Tevfik Fikret de nezarette kalarak bundan nasibini alır.

        Ekonomik darboğazlar, imparatorluğun girdiği dar boğazlardan kurtaracak köklü dönüşümlerin gerçekleştirilemeyişi Abdülhamid’i hayli bunaltmış durumdaydı. Yunanistan’a Savaş açılmış bu savaş kazanılmıştı.

         Ama sevinmeye fırsat bulamadan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle tersine dönüverdi durum. Girit' te eski durumun sürdürülmesine karar verildi. Hemen ardından ise İngiliz, Fransız, İtalyan,  Rus birlikleri adayı işgal ettiler. imparatorluğa da bu olup bittiyi kabullenmekten başka bir yol kalmamıştı. Girit’ e böylece muhtariyet verildi (1897).

        Fikret'in bu dönemde yazdığı şiirlerde görülen karamsarlığın nedenini işte içinde yaşanılan toplumsal koşullarda aramak gerekir. Bu karamsarlık duygusu adeta bütün Servet-i Fünun'cuların şiirlerine yansımıştır.

        1900'lü yıllara bakılacak olursa, Fikret'in duygu ve düşünceleri birdenbire değişmemiştir. Bir birikim ve patlamalardır söz konusu olan. Nitekim 1901'de “Sis” le somut bir görünüm kazanan bu patlamanın ilk belirtilerini çok önceden görürüz. Bunun için oğlu Haluk'la ilgili şiirlerine bakmak yeter.

        Haluk Fikret'in hayatında önemli bir yer tutar. Karanlık günlerinin tek ışığı adeta oğludur.

        Çocuğunun yarını için “yarın” şiirinde çalışması gerektiğini söyler. Yine Haluk ona kimsesiz, yoksul çocukları düşündürür. Haluk'un sevinci karşısında, babasız umutsuz çocukların bayram nağmelerini matem sabahına benzetir ve şöyle seslenir oğluna:

        Çıkar şu süsleri artık sevindiğin yetişir;

        Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin eğlensin;

        Biraz güzellensin

        Şu yoksulluğun solgun yüzü evet sevinçtir,

        Çocukların payı, lakin senin sevincinle sevinmiyor şu yetim ağlıyor... Haluk dinle!

(Haluk'un Bayramı)

        1900 yılı, tıpkı 1896 gibi Fikret'in yaşamında önemli bir dönüm noktasıdır: ilk kitabını bu yıl çıkarır; yenilikçiler arasındaki ilk çözülme bu sırada başlar; İlk siyasal eyleme yine bu yıl girilir. Rubab-ı Şikeste adını verdiği kitabını 1900 ün ilk aylarında yayınlar ve hemen ikinci baskısı gelir.

        Rubab-ı Şikeste ‘ den sonra Servet-i Fünunda yayınlanan “Son Nağme” ile bir dönemi kapatır Fikret.

        Bundan sonra “Sis” gelecek ve yeni bir dönem başlayacaktır. Artık topluma adanmıştır şiiri.

        “Sis" 18 Şubat 1901 tarihini taşır.

        Bu şiirin özeti olan beyit Fikret’ e egemen olan düşüncenin en iyi özetidir:

        “Örtün, evet ey facia

          Örtün evet ey Şehir,

          Örtün sonsuza dek uyu

          Ey facire-i dehr

        “Tarih-i Kadim” de Fikret, insanlık tarihini bir savaşlar tarihi olarak ele alır ve tarihsel gelişimi metafizik yoruma bağlayanlara karşı çıkar. Ona göre tarih, uygarlıklara son veren, yarattığı kahramanlara boş, saçma bir ün sağlayan, buna karşın her yenilginin sonunda açlığa, yoksulluğa yol açan bir savaşlar zincirinden başka bir şey değildir. Bu nedenle geçmişe saldırır şair. Çünkü tarihte hak güçlünündür, yani şeririn, en açık ve doğru ise şudur: ezmeyen ezilir. Giçmişe bakınca kan görür yalnız.

        Bunun sorumlusu Fikret’ e göre cihangirlerdir:

          Ey cihangir uyan şu makberden

          Hep senin hep senin eserin

        Meşrutiyet öncesi yazdığı şiirler arasında “Sabah Olursa” ve “Mazi, Ati” şiirleri Fikret'in dünya görüşünü yansıtmaları açısından ayrı bir önem taşır. “Sabah Olursa” bir bakıma kurtuluş umudunun yeşermesidir. Bireysel düş, bireysel özlem yerini toplumsal kurtuluşa bırakmıştır. “Sabah Olursa” da oğlu Haluk’ a seslenir Fikret. Ama tekil değildir Haluk, gençliğin simgesidir “Mazi ... Ati” de geçmiş gelecek teması çevresinde görüşlerini sistemleştirmek İster Fikret.

        Vardığı sonuç geleceğin daha aydınlık olduğunun kaçınılmazlığıdır.

        1908 - 1915 li yıllar arasında Fikret adeta bir düşünce savaşçısıdır.

        Meşrutiyet'in ilanından sonra Fikret İttihat ve Terakki Teşkilatına girdi fakat tahlif yemini etmedi.

        Salih Keramet, Selanik merkezinin talebi üzerine Fikret ten bir başarı şarkısı yazmasını istedi, bunun üzerine 15 gün sonra Fikret bir “Millet Şarkısı” şiirini verdi. Bu şiirin aslı sonradan zayi oldu.

        Çok geçmeden, coşkuyla karşıladığı, umutla bağlandığı meşrutiyeti çizgisinden saptırdıkları için, övgüler düzdüğü, alkışladığı İttihatçılara amansızca saldıracak, yeni yöneticileri doğruluktan ayrıldıkları için ağır bir biçimde eleştirecektir. Ağaçlardan ormanı görememek kurtulamadığı kısır döngü budur.

        İkinci şiir kitabı “Haluk'un Defteri” 1911 yılında yayınlanır. Fikret bu eserinde Hayata Karşı Beşere Hitabeler kurgular.

        1909'da yazdığı “Haluk’ un Vedası” bir bakıma kitabın anahtar şiiridir. Fikret, ülkenin durumu üzerine düşüncelerini, dünya görüşünü, kurtuluşu neye bağladığını ve kimden beklediğini açık seçik ortaya koyar bu şiirinde.

        Meşrutiyet döneminde birini diğerine yeğler görünse de, belli siyasal topluluklar safında yer almayan bir ülküye bağlanmış, hayatını yüce bildiği değerlere adamış insanlar da vardır. Kuşkusuz Tevfik Fikret bu insanlardan biridir işte. Nasıl Meşrutiyet öncesi bir tavır almış, şiiri bu yolla kullanmışsa, meclisin dağılması karşısında susamaz artık.

        “Doksan Beşe Doğru” şiiri meclisin dağılışının ertesi günü, 19 Ocak 1912 günü özgürlük türküsüyle iktidara gelenlerin, özgürlüğü boğmaya çalışanların yanlışlarına karşı verilen önemli bir cevaptır.

Son Şiirleri:

        Fikret'in 1912'de sonra yazdığı şiirler yalnız Tarih-i Kadime Zeyl ve Sancak-ı Şerif Huzurunda şiirleri değildir. Çocuklar için de şiirler yazmıştır. Bu şiirlerini 1914 yılında “Şermin” adlı kitabında toplamıştır.

        Şiirler incelendiğinde apaçık görülür bu. Ona göre çocuğun kafasını bilgi ile doldurmak değil, onu hayata hazırlamak, yaşadığı dünyaya yöneltmektir. Eğitimin yöntemini de bu amaç belirler. Bilgi ezber yoluyla değil, oyun aracılığıyla, üstelik uygulama yoluyla verilmelidir. Çalışmak... Budur önemli olan:

          İşlemeli el kol; bunlar  

          İşledikçe boğaz doyar.

          İnsan gözleriyle görür...

          “Alet işler, el öğünür.”

          Derler her söze kanmayın

          İşitin de inanmayın!

          El tutarsa yürür sapan

          Eldir sapını da yapan

        “Şermin” deki bütün şiirlere egemen olan öz budur temelde. Fikret o güne kadar yazdıklarını adeta bir yana bırakmış, işe alfabeden başlamıştı sanki.

        Fikret böylece insancıl, hayata bağlı dünya görüşünü aşılamak ister çocuklara.

        Fikret'in hayatının son yılları ruhsal acıların yanı sıra bedensel acılarla da dolu geçmiştir. Bilime tutkun, bilime tapan şairin, doktorlara görünmekten, ilaçla tedaviden kaçınması. Çok geç teşhis edilen şeker hastalığının iyice artmasına, acı çekmesine yol açar. Gençliğinde Verem hastalığı da geçirdiği bilinmektedir.

        Kuşkusuz içinde yaşadığı dönemde hastalığını besliyordu.

        Son günlerinde ölmeyi istediği, acılarından dolayı hayatı yaşanmaz bulduğu bir gerçektir. Son günlerinde yazdığı bir dörtlük de bu duygusunu dile getirir.

 

          Artık hayat için yetişir bunca infial

          Dinlenmek isterim ki teabdar-ı mihnetim

          Artık tehi vücut, tehi dil, tehi hayal,

          Dünyada şimdi ben dahi bir fazla sikletim.

 

        Çok geçmedi 15 Ağustos 1915'te yaşamını yitirdi.

        Önce Eyüp’ e defnedildi, yıllar sonra 24 Aralık 1961 yılında çok sevdiği Aşiyan' a taşındı.

        Tanpınar'a göre:

        “ Fikret'in eserlerinden alınacak en güzel ders, onun ferdi bir melalden, büyük bir insanlık ümidine doğru geçişidir. Bu geçişin büyüklüğü onun hayatını bir nevi yüksek ve beşeri bir tecrübe haline getirir. Eser, şahsiyetin macerası yanında elbette ki  ikinci derecede kalır.”

K a y n a k : Atilla ÖZKIRIMLI

Araştırma – Eleştirme

Tevfik Fikret (1978)

Hayatı, Şairliği         

 

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

          Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr ü bal

          Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim.

          İnhina tavk-i esaretten girandır boynuma;

          Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.

 

          Kimseden bağış ummam, dilenmem kol kanat

          Kendi boşluğumda, kendi göklerimde kendim uçarım.

          Eğilme tutsaklık boyunduruğundan ağırdır boynuma;

          Düşüncesi özgür, bilgisi özgür, vicdanı özgür bir şairim.

 

YAĞMUR

          Küçük, bir düziye, çekingen vuruşlar

          Kafeslerde, camlarda titrek

          Olur durmaksızın ağıtçı, ezgici

          Kafeslerde, camlarda titrek

          Küçük, bir düziye, çekingen darbeler...

 

          Sokaklarda seller ağlaşır

          Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır;

         

          Bulutlar karardıkça zerrelere bir

          Ağır can çekişen dalgalanmak gelir;

 

          Bürür soğuk bir gölge yöreyi hep.

          Görünür gündüzün gece yarısı.

 

          Söner şimdi, görünürken demin

          Maddesi karşımda bir alemin

 

          Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere;

          Bakıldıkça vahşet çöker yerlere.

 

          Geçer boş sokaktan, hayalet gibi,

          Koşan ve başı örtülü bir çocuk;

 

          O an anılarımın gecesinde, solgun, bitkin

          Sürür bir kadın bir siyah örtüyü.

 

          Saçaklarda kuşlar -hüzünlüdür bu pek!-

          Susarlar, uzaktan ulur bir köpek.

 

PROMETE

          Yüreğinde her an şu yüce özlemin

          Ateşten gagasını duy, hep düşün:

          Onlar niçin gökyüzünde, Ben niçin bir çukurdayım?

          Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?

          Yükselmek gökyüzüne ve gülmek ne tatlı şey!

          Bir gün şu hastalıklı Vatan canlanırsa... Ey

          Işığı ve ilerlemeyi özleyen ulusun geleceğinin

          Bilinmeyen elektrikçisi, düşünce dünyasından,

          Yüklen, getir -ne varsa- biraz miskinliği giderici

          Bir parça ruhu, benliği, idraki besleyen,

          Vücudu canlandıran meyvelerini; boş durmasın elin.

          Gör daima önünde ilkçağ mitolojisinin

          Gökten ateşin dehasını çalan kahramanını...

          Varsın bulunmasın bilecek adını ve sanını.

  *** Köşe Yazarlarımız İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesidir ve telif hakları İLESAM tarafından korunmaktadır. Köşe Yazarlarımızın yazıları izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz. İzin almadan yazıları kopyalayıp başka yerde yayınlayanlar, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında İLESAM'ın kendilerine açaçağı maddi tazminat davasını kabul etmiş sayılır. 


 Okunma Sayısı : 2656

Yorumlar

Yorum Yap

Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 238549
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.