“Seni sevecek vaktim yok
Olsa dükkân senin!
Sana verecek aşkım yok
Olsa güzelim dükkân senin!” sözleriyle “laga-luga” bir müzik kulaklarımda!
Laga-luga, müziğin sözlerinde olduğu için kulaklarımda kalıcı…
İsterseniz Ufuk Yıldırım şarkısı olarak bulup dinleyebilirsiniz.
Hâlbuki “Ahilik ahlakına” dayanan ve daima Besmeleyle açılan dükkân kapısı için “Hak kapısı” söylemi dilimize yerleşmiştir.
Dükkân Kapısı Hak Kapısı deyimi esnafımızın temel felsefesini yansıtır. Türk’ün model esnafı yaşam şekliyle, helal kazancıyla, eliyle, diliyle, davranışıyla karakteri yüksek, düzgün, örnek kişidir. Öyle olmak zorundadır. Esnaf temel sınıflardan biri olarak toplumu ayakta tutar.
Böyle masum bir giriş yaptığıma bakmayın. Meramım ticaret anlayışımızdır! Konuyu bakınız nereye getireceğim!
Ticaretin temel unsurlarından ilki; mal-meta, hizmet, emek gibi alışverişe konu her neyse odur!
İkincisi satıcı. Üçüncüsü alıcı/müşteri ve dördüncüsü mekân yani dükkân, tezgâh, saha, şimdilerde telefon, ekran vb sanal ortamdır.
Lakin temel mekân olarak dükkân kutsanmıştır.
Kaderimde dükkân ve esnaflık da varmış! Yakınlarım bilir; Bişkek, Hukuk Akademisi önünde “Pamuk Büfe” adıyla 42 gün süren esnaflığım vardır. Özet olarak Türkiyeli zengin işadamlarımız “ayak işi!” yaptığım gerekçesiyle kınadılar ve fabrika müdürlüğü vaat edilince büfemi devretmek zorunda kaldım! Tok açın halinden anlar mı?
Tam da o günlerde gelecekte hâkim, savcı, avukat ya da noter olacak akçasız hukuk öğrencileri ile “besplatna/bedava” yiyecek teminimden dolayı samimi temastaydım. Çoğu da orada evvelce kütüphane daire başkanlığımdan dolayı tanıdıkları için sorularına muhatap oluyordum. En çarpıcı soru ise mesleklerin pîri olan peygamberler. Misal demircilerin pîri Davut Peygamber, terzilerin pîri İdris A.S. ve peygamberimiz ise çobanların pîri? Araşan İlahiyat Fakültesi öğrencisi arkadaşları diyesiymiş ki “Kırgızın en cahşı/iyi yolu bu yüzden çobanlık” olmalıymış!
Dedim ki: Hz peygamber olsa olsa tüccarların pîri olur! Zira Hatice Validemizin kervanlarını sevk ve idare etmiştir. Sanırım bu Yahudi uydurmasıdır. Tıpkı okuma yazması olmadığı iftirası gibi! Çünkü kervanları yönetecek kadar hesap bilen kişinin okuma yazma bilmemesi mümkün değildir. Kaldı ki Hz Peygamber Tevrat’ın ve İncil’in ümmîsidir. Çobanlık yapmış olabilir. Fakat bunun Türk toplumuna empoze edilmesi/dayatması insanımızı çoban yaparken Osmanlıda ticaretimiz Yahudi’nin eline, el sanatlarımız Rum’un eline ve bürokrasimiz, maliyemiz Ermeni’nin eline geçmiştir.
Bilahare o İlahiyat öğrencisini çağırtıp “İlk İslam toplumunda ticaretin çok önemsendiğini, Kuran’da pek çok ticaret ayetinin olduğunu, Arapların tüccar toplum olduklarını, hatta Medine’ye hicret edenlerin başındaki Abdurrahman bin Avf’ın hemen panayırın yerini sorduğunu, çünkü ticaret yapmaya mecbur olduklarını” filan anlatmıştım.
Arabın birine oğlu gelip,
-Baba, panayırda devenin bini bir para! Çok ucuz. Deve alalım.
-Oğlum paramız var mı?
-Yok baba!
-Öyleyse kalsın!
Aradan yıllar geçmiş, devran değişmiş. Araboğlu babasına gelip;
-Baba vaktiyle deve almadık şimdi panayırda devenin biri bin para oldu! Diye serzenişte bulunmuş.
-Oğlum ihtiyacımız ve paramız var mı?
-Var çok şükür Baba!
- O halde hemen alalım!
Ticaret anlayışı böyle olmalı. Ne güzel atasözümüz var:
Veresiye olunca alasım geldi,
Vadesi gelince ölesim geldi!
Yine bir ticaret atasözümüzle bağlayayım: Güler yüzlü sirkeci, ekşi yüzlü balcıdan çok kazanırmış.
*** Köşe Yazarlarımız İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesidir ve telif hakları İLESAM tarafından korunmaktadır. Köşe Yazarlarımızın yazıları izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz. İzin almadan yazıları kopyalayıp başka yerde yayınlayanlar, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında İLESAM'ın kendilerine açaçağı maddi tazminat davasını kabul etmiş sayılır.