“Vuslâtın adı mahşer olsun
Aşk diye atan gönlüm senle dolsun”
Sen Leylâ`ydın Süveydâm, ben de Mecnûn. Hikâyemiz baştan yazılmıştı ve bizler istemesek de firâkın alevleri bizi yakacaktı. Eğer çağrılarını kabul etseydim Süveydâ, bu aşkımız için bir son olurdu.
Ayrılık zor olsa da, beklemek bizi tüketse de, bil ki her geçen saniye vuslâta koşuyor. Hicrânı vücudumda gezen her damla kanda hissetsem de, kalbim, inan ki sen diye atıyor. Basiretsiz gözler için virâne gibi görünen gönlüm de gizlenmiş bir gül-i rânâsın sen. Açmayı bekliyorsun hem de dembedem.
Güft ü gûlar seni etkilemesin Süveydâm. Güzergâhımız belli, bu güzide yolda gıpta edilecek âşıklarız; bunu bil ve müsterih ol. Fuzuli`nin ızdırabı bizim ızdırabımız, bimârız ama gönlümüzü kaplayan sürûr, gülistânı bile kıskandırıyor.
Dergâhıma geldin, gönlümü mest ettin; ama müridim olmayı hiç kabul etmedin sen. İştiyâkın gözlerinden taşsa da, ellerin ve parmakların karşımda titrese de, heyecanını saklayıp karşımda muhkem bir kaleymiş gibi dursan da sende olanı gizleyemedin Süveydâm. Sözlerinden ve bakışlarından, sende olan aşk istidadını fark etmem kaçınılmazdı Süveydâm.
Bende olmanın yansımalarını sende gördüğüm gün, beni kendine hayran bıraktın. Endâmın ne olursa olsun, gönlün ve aşkın karşısında kendimi çaresiz hissettim. Âlemin yaratılış gâyesinin aşk olduğunu yeniden hatırlattın sen bana. Kaderin bizi birleştirdiği gibi ayıracağını bilemezdik Süveydâm.
Arifeyi yaşamak ve bayrama ulaşamamaktı bizim derdimiz. Fıtratımızın cevheri aşka karşı tükenmeyen iştiyâktı ve beklemek tekâmüle ermenin diğer bir adıydı Süveydâm.