Dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 19 küsur bin lira olarak açıklandığı haberini duydum.
2023 Yılbaşı itibariyle açıklanan resmi rakamlara göre yıllık yoksulluk sınırı 16.969 USD; geçen sürede ülkemizde durumun daha da kötüye gittiği anlaşıldığına göre nüfusumuzun % 80’den fazlası yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu durumda sayısını bilemediğimiz milyonlarca göçmen ve mültecinin yaşantımıza etkilerini, kaynaklarımızı bölüşmesini birlikte düşünüp düzeltmek zorundayız.
Eğitimim ve işim gereği vaaz edecek değilim ama okuduğum için şöyle başlayalım: ÖMÜR ve İMAR sözü Arapça aynı kökten gelir. İfadeye Hud 11/61 ayetinde rastladım. Çevrebilim/Ekoloji biliminin de dayanağı sanırım Ayette anlatılanlardır. Anlaşılan Yaratan bizi yeryüzünde topraktan yaratıp ömür vermiş ve tabiatın imarını emretmiştir. Buradan tevil/yorum yolu ile konumuza gelelim: Allah rızasını kazanmanın yegâne/tek yolu, düşünceme göre tenimizde/bedenimizde bulunan ruh ve nefsimizin kalbimize hâkim olmak için sürekli savaşıdır. Kalbine hâkim olanlar Dünyaya hâkim olur. O halde içimizdeki mültecileri, kalbimizde savaşan ruhumuzun ve nefsimizin ayarına vuralım. Çünkü insan hem suret/bedendir hem de candır/ruhtur.
Ruh ve nefsin savaş alanı insanın kalbidir demiştik ya hayatın gayesi sınanmaktır/imtihandır. İnsan seçmeye mahkûmdur. Yüce Allah yaratılış gayesi olarak tanınmayı insandan istemiştir. Sonra itaat gelir. İnsan yaratılışta kendine nefyedilen/üfürülen İlahi ruhunun kalbine hâkimiyetini mi yoksa Şeytanî nefsinin mağlubiyetini mi seçecek? Yoksa buyurulduğu gibi kalbini yitiren ahiretini de yitirmiş, Cehennem ehli olmuştur.
Şairin dediği gibi “Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir!” İsteyen istediğinden içsin!
Size muhacir/ mültecileri sevin, kalbinizden onlara aşk duyun demiyorum. Fakat bize çok gerekli bu iki kavramın bence anlamını, akıl ve düşüncelerinize sunmalıyım:
Aşk; şüphelerin; yasakların, acabaların, insanın her türden ayarını bozduğu özel bir haldir. Âşıklara çevremizde meczup veya mecnun da denilebilir.
Sevgi ise şüphelerden arınma, güvenme, dayanma, birbiriyle yetine bilirlik demektir. Kısacası aşkın ve sevginin temeli, insanın itiraf etme ihtiyacıdır.
Ankaralı bizim Hacı Bayram “Âşıklar canı satarlar/Ol şarın bazaresinde” derken şar dediği şehir kalp ve gönüldür. Allah’ı sevmek lazımsa bu canı âşıklar verir. Can pazarı kalpte olur. Bu da tasavvuf felsefesidir.
Aşk ve sevgi derken konumuzdan uzaklaşmayalım: Sosyoloji bilimi; insanların kalıcı veya geçici olarak yer değiştirmesine göç adını veriyor. Bunların dışında savaş hali, ekonomi, güvenlik, salgın hastalık, doğal afet, iktidar baskısı gibi etkenler göçün sebebidir.
Hicret edenler/muhacirler, Türkçesiyle göç edenler için ilahi müjdeler vardır. Mesela Enfal 8/74 ayeti mealen “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bağışlanma ve bol rızık vardır” Böyle düşünen Müslümanlar eğer bilerek ve inanarak imanlı göçmenlere yardım ediyorsa saygı duyarız. Yine Bakara 2/218 Ayeti Hicret edenleri müminler ve mücahitlerle bir tutarak Allah’ın rahmetini ummalarından dolayı bağışlanıp çok merhamet edileceğini müjdeler.
Âli İmran 3/195 Ayetinin devamında “…Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun günahlarını elbette örteceğim…” Buyurularak Cennetle ve mükâfatlandırılmakla müjdelenmektedir.
Muhacir ya da göçmenlerin Kuran dayanakları bir hayli fazladır. Mesela Hac 22/58; Tevbe 9/20, 100; Mümtehine 60/10 ve ayan beyan Nisa 4/97-100 ayetlerine bakılabilir. Zira bu ayetlerde adeta hicret /göç emredilmektedir. Allah’ın arzının/yeryüzünün ve rızkının çok geniş olduğuna vurgu yapılır.
Bu ayetlerin etkisiyle olsa gerek İslam tarihine adları yazılmış onca ulu kişi hep hicret/göç etmişlerdir. Veysel Karanî, Eyüp Ensari, Buhari, Muhittin Arabî, Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş, Mevlana, Ahi Evran, Şeyh Hamidî Veli, Aziz Mahmut Hüdayi. Daha sayayım mı? Mehmet Akif’ten Atatürk’e kadar hepsi göç ehlidir. Eser bırakmış bunca büyüğümüzün biyografilerini göz önüne alınız ve günlerce, aylarca, yıllarca; çoğu kez yayan yapıldak, atla, deveyle muhacir olduklarını bir düşünün!
Galiba atalarımızın dediği gibi “tebdili mekânda ferah vardır” ve finalimiz;
Hicret sünnettir!