Bizim kuşak TV’deki “Alacakaranlık Kuşağı” isimli diziyi izleyerek büyüdü ama içimizden kimse bu sözün “Minerva’nın Baykuşu” demek olduğunu bilmez. Baykuş ancak alacakaranlıkta uçar. Alacakaranlık kuşağı ise korku, gerilim, komedi, drama gibi bilimkurgu ve fantezi kalıplarının yaygın kullanıldığı alan anlamına gelir.
Geçenlerde davet edildiğim kürsüde selamlama hitabım sırasında Fransız filozof Alain ve Minerva veya Bilgelik kitabından bahsetmek zorunda kaldım. Sunum şahsımın olmadığı için söyleyemediklerimi şimdi burada uzunca yazabilirim:
Her şeyden önce baykuş eski Yunan, Roma ve kelt mitolojisinde kutsanmış, astroloji konusu olmuş ve paraların bir yüzünde kabartma olarak yer almıştır.
Minerva hem mutluluk demektir. Hem de bir Roma tanrıçasıdır. Bu bakire tanrıça baykuşla tasvir edilir ama yılan ve zeytin ağacı ile de ilişkilendirilir. Eski Yunandaki Tanrıça Athena’nın Roma’daki karşılığı olup mutluluktan başka bilgelik, müzik, şiir, ticaret ve sanatla da iştigal eder. Zeus gibi yine ahlaksız bir tanrı olan Jüpiter’in Metis’e tecavüzünün ürünü olan bu tanrıçanın hikâyesinde; Bizim Nemrut’unkine benzeyen Jüpiter’in sinek, balyoz ve kafa kırma metaforları vardır. İnsanlığın ortak macerası diyorum.
Baykuş sabrıyla, aklıyla, sezgileriyle, kararlarıyla ve zamanlamasıyla her daim bilgeliğin sembolü olmuştur. Bilgeliğin baykuşu eğer özgür uçarsa; akıl da özgür/hür olabilir. Yoksa uçmayan/göç etmeyen baykuş akıl ve gerçeği nasıl bilebilir? Eflatun bu konuda düşünceler beyan ederken bilgeliğin baykuşu ise Sokrates gibi ironiktir. Tarih boyunca sorular soruları kovalar:
-Düşünceler nasıl düzenlenmelidir?
-Hayal gücü niye frenlenmelidir?
-Hür düşünce nasıl geliştirilebilir?
-Ön yargılardan neden kurtulmalıdır?
-Yönelimlerimizi ve zaaflarımızı görebilir miyiz?
Soruları sınırsızca arttırabiliriz ama göçün felsefesine ve bilge baykuşumuza dönelim: Arkadaşım Lütfü Şahsuvaroğlu mesajında Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın savunmasından aldığı bilgileri makale çalışma konusu yapmış ve göndermiştir. Hukuku ve süren davayı etkilemek gibi düşüncemiz olamaz ama dostum yazısında göç olayını şöyle özetliyor;
2011 sonrası beş milyon kayıtlı iki milyon kayıtsız Suriyeli, iki milyon Afgan, iki milyon Afrikalı. İran, Pakistan, Rusya ve Ukrayna’dan iki milyon sığınmacı ve kaçak Anadolu’ya sokulmuştur. Gelenler Selefi inancında olup Anadolu’da bulunan Ehlisünnet ve Bektaşilik inancının baş düşmanıdır. Emperyalistlerin oluşturduğu İŞİD ve EL KAİDE Selefilik inancındadır. Bunların kontrolsüz bir şekilde Anadolu’ya sokulması ülkemizin demografik ve fikir yapısını bozmuştur. Bu bilgiler şüphesiz tutuklu bir siyasi liderin savunmasından alınmış ve etrafındakilerin yaygın görüşleridir. Göçmenlerin kaynaklarımızı, ekmeğimizi bölüştükleri gerçeğini göz ardı edemeyiz. Lakin göçmenlerin bize etki ve katkılarını ya da eksi ve artı yönlerini yeniden değerlendirmeliyiz. Siyaset Kurumu ortadaki göç ve mülteci sorununu çözebilir mi?
Sanmıyorum!
Bin sene kadar önce bu konuda atamız Kaşgarlı Mahmut söylemini ünlü kitabına yazmış. Arslan gibi cesareti, hamiyeti ve liderliği yüksek tutmalı; baykuş gibi geceleri uykusuz geçirmelidir. Çünkü baykuşun sezgilerini, erdemlerini ve bilgeliğini hayatımıza geçirmeliyiz.
Rahmetli Cem Karaca, müziğiyle, söylemiyle, Hoca Ahmet Yesevî felsefesiyle burada hemen aklıma geliyor;
“Şimdi Türkü söylemenin işte tam zamanıdır,
İki gözüm bu işin yok sağı solu”