Gurbet kelimesi Arapça bir addır. Sıladan ayrı kalma, yabancı memleketlerde bulunma halidir. Yad (+el), başka bir il yani yabancı bir ülke (yer)dir. Gurbet, yâdelde gariplik içinde olmaktır. Ayrı düştüğü sıla özlemi ile yabancılık çekme durumudur.
Edebiyatımızda gurbet üç anlamda kullanılmıştır.
- Memleketten (sıladan) ayrı olma hali: İnsanlar değişik nedenlerle doğup büyüdüğü yerlerden uzak kalabilirler. Gönüllerinde sılaya kavuşma arzusu hiç eksik olmaz. Sılanın taşı, toprağı, dağı, deresi, ağacı, kuşu özet olarak tüm hatırası gönülde hep taze kalmaktadır.
Binlerce şiirimiz, gurbet tem’asını işlemiştir. Faruk Nafız Çamlıbel’in “Suda Halkalar” adlı şiirinde konu gurbet olmadığı halde, gurbet tem’i şiirinin bir yerlerine konulmuş.
Ey gözlerinin çevresi mor, benzi tutumuş
Akşamladığım yolları yalnız gezen afet!
Kaç yıl geçecek böyle hazin böyle habersiz
Sen Marmara’nın göl gibi durgun bir ucunda
Ben böyle atılmış gibi yurdun bir ucunda
Sen benden uzak, ben sana hasret?
Sarmış beni gurbet,
Sarmış beni mecnûn diye zincir gibi dağlar,
Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yok
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok
(Faruk Nafız Çamlıbel)
- Geçmişi özleme hâli, yani nostalji de gurbettir: Bu, kişisel duygular ile milli duygular biçiminde ortaya çıkabilir. Yahya Kemal Beyatlı’nın “Açık Deniz” şiiri böyle bir gurbeti temsil eder.
Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum
Kalbimde vardı Byron’u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları hülyam içinde lâl
Aldım Rakofça kırlarının hür havasını
Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını
(Yahya Kemal Beyatlı)
derken böyle bir ruh hali içindedir, yani gurbettedir.
- Tasavvufi düşüncede Allah’tan ayrı olma hali de gurbettir: Onun için vuslat ateşiyle yanan sofî de gurbet acısı çekmektedir. Çünkü onun asıl sılası vücud-ı mutlak denilen Allah’ın varlığıdır.
Yunus Emre; “Mülk-i fenadan geceyim/Dost iline uçayım” derken dost ili olarak vücud-ı mutlakı ifade etmektedir.
Ben yürürüm yâne yâne
Dost sorarım dilden dile
Gurbette hâlüm kim bile
Gel gör beni aşk n’eyledi
derken sorduğu dost, Allah’tır, gurbet ise yaşadığı yerlerdir.
Bu dünyaya gelen kişi
Ahir yine gitmek gerek
Misafirdir vatanına
Bir gün sefer etmek gerek
derken Yunus Emre vatanına misafir olduğunu bir gün asıl vatana sefer edeceğini ifade etmektedir. Buna göre tasavvufta gurbet, hakikate erişmek arzusu ile vatandan ayrılıştır. Vatan âlem-i bekâdır, yani ahirettir. Bu dünya ise âlem-i fenadır. İnsanın arzusu baki olan ahiret alemidir. Onun için insan gurbettedir ve gariptir.
Türkler, Orta Asya’dan göç dönemlerinden bu yana geçen yüzyıllar içinde, göçebe toplum yapısından toprağa yerleşik toplum yapısına kavuşana kadar hep gurbetin içinde almıştır.
Türkler yarı yerleşik bir durumda iken 7. ile 10. yüzyıllar arasında İslamiyet ile tanışmıştır.
İslamiyetin cihat kavramının hükümlerini de benimseyen bu millet; savaşan, uzaklara giden, gurbeti kendine bir çeşit yaşam tarzı kabul eden karakterlerini sürdürmüştür. Anadolu topraklarını da vatanlaştıran Batı Türkleri bizler, Hak dini uğrunda seferden sefere koşmaktan da geri durmamışız.
Günümüzde dahi süregelen şehirleşme ile köylerden şehirlere göç ve iktisadi zaruretler dolayısıyla dış ülkelerde iş aramaya giden insanlarımız, bu göçebe özelliklerini bir başka manâda sürdürmektedirler. Bütün bunlar Türk edebiyatında geniş anlamda bir gurbet konusunun ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Remzi Oğuz Arık; Gurbet Dergisinde yayımlanan bir makalesinde şöyle diyor:
“Gurbet galiba bizim Orta Asya’dan gelirken edindiğimiz henüz öldüremediğimiz ve dindiremediğimiz bir sızıdır. Anadolu’ya gelirken arkada; ne kadar çok medeniyyet, devlet, yurt, hatıra, sevinç ve eziyet bıraktık? Anadoluda, galiba bunun için gurbet kadar acı ve yerlidir. Çünkü hep gurbetteydik”
Afyonkarahisarlı milletvekili şair yazar rahmetli Osman Atilla’nın;
Hemşehrim ne sen sor ne ben açayım
Söz bitmez tasa tükenmez derttir
Aynı minval üzre nere kaçayım
Bu memleket baştan başa gurbettir
dörtlüğünde belirttiği tavır Remzi Oğuz Arık’ı doğrulamaktadır.
Sözün burasında şunu da söylemek isterim ki, divan edebiyatında gurbet duygusu pek işlenmemiştir. Ancak divan edebiyatında hasret ve özlem bulunmaktadır.
Son dönem Türk edebiyatında gurbet, yazar ve şairlerin ayrılık, hasret, yalnızlık gibi duygularıyla alışılmış şekilde işlenmesi yanında sürdürülen batılılaşma hareketleri neticesi; gurbet tem’ası öz benliğine yabancılaşan nesillerin kendi vatanlarında kendilerini gurbette imiş gibi hissetmelerinin doğurduğu ıstırabı dile getirmek için ele alınmıştır. Gurbet şairi olarak tanınan Kemalettin Kâmi Kamu’nun (1901 Bayburt-1948 Ankara), şiirini örnek gösterebiliriz.
Gurbet o kada acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı
Hepsi başka biçimde
Eriyorum gitgide
Elvedâ her ümide
Gurbet benliğimi de
Bitirmişim içimde
Ne arzum ne emelim
Yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde
(Kemalettin Kâmi Kamu)
Âşıklık geleneği içinde önemli bir yeri olan bâdeli aşıkların hayatında gurbet âdeta bir yaşam tarzıdır. Rüyada pirlerin elinden bâde içen âşığa, o anda sevgilisi olacak güzelin siması gösterilir. Âşığın uyandığı andan itibaren rüyasında gördüğü güzele ulaşmak için “Serencam” adı verilen gurbet hayatı başlar. Âşıklar kendileri için alınyazısı kabul ettikleri gurbetin ve gurbetten geri dönmenin hiç de kolay olmadığını, bu acıyı tek başlarına tatmak mecburiyetinde bulunduklarını ve bu durumun ölümden de acı olduğunu şiirlerinde sık sık dile getirmişlerdir:
Âşık edebiyatımızda özellikle bâdeli âşıkların sevgililerini aramak için seyahate çıkarak çeşitli illeri dolaşmaları ve buralarda yapılan yarışmalara katılmaları bir âşıklık geleneği olarak onların vatanlarından ayrılıp gurbete düşmelerine vesile olur.
İçirdin feleğin câm-ı zehrini
Aldı gam leşkeri gönül şehrini
Yeter bunca demdir çektim kahrını
Diyar-ı gurbeti bana mı verdin
Bu nasıl tecelli, bilmem ne hikmet
Serpilmiş cihana dâne-i kısmet
Dertli’yi gurbette koydun akıbet
Firak-ı hasreti bana mı verdin
(Âşık Dertli)
Sevgilisinin peşinden türlü meşakkatlere katlanarak koşan âşık, yalnızlık, yabancılık ve yoksulluk içinde hastalanır. Hasta için gurbet çekilmez bir mihnet köşesidir.
Hançer-i feleğin ucu ciğerde
Durmayıp artıyor yara bu serde
Gurbet diyarında tutuldum derde
Gel tabip yaramı sar garip garip
(Erzurumlu Emrah)
Bütün bu dertlere katlanmanın sebebi vuslat hayalidir.
Sevgilim hayâl-i vuslattan beni
Diyâr-ı gurbette hayran gezdirir
(Erzurumlu Emrah)
Gurbet bir bakıma âşıklar için âdeta alınyazısıdır. Onlar bu acıyı birbaşlarına tatmaya, âşık olmanın verdiği ıstıraplara katlanmaya mecburdurlar.
Gittim gurbet ile geri dönülmez
Kim ölüp de kim kaldığın bilinmez
Ölsem gurbet elde gözüm yumulmaz
Anam, atam bir ağlarım yok benim
(Karacaoğlan)
Âşık edebiyatında olduğu gibi, Halk edebiyatı verimlerinden mâniler ve türkülerde de gurbet teması geniş olarak işlenmiştir.
Halkımız gurbeti konu edinen binlerce mâni ortaya koymuşlardır. Mâni tasniflerinde bunlara “Gurbet Mânileri” denir.
Kaldırın bu yığını
Görem gidip geleni
Kim yuyar kim kaldırır
Gurbet elde öleni
Tuz kabında tuzum var
Yüreğimde sızım var
Acep annem derm’ola
Gurbette bir kızım var
Türkü ve mâniler bölgelerin kendine has musiki anlayışları ile yıllar yılı çalınıp söylenegelmiştir. Özellikle iç göç hadisesinin doğurduğu ayrılık, hasret, hastalık, yoksulluk duyguları , ulaşım imkânlarının gayet kısıtlı olduğu dönemlerde, kişilerin sevdiklerine, memleketlerine ulaşamadan geçirdikleri yılların neticesi olarak ezgilere yansımıştır. “Gurbet türküleri” halk musikimiz içinde başlı başına geniş bir yer tutmaktadır.
Gurbet ilde bir hâl geldi başıma
Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir
(Erzincan Türküsü)
Yeşil kurbalar öter göllerde
Kırıldı kanadım kaldım çöllerde
Anasız babasız gurbet ellerde
Ya ben ağlamayayım kimler ağlasın
Şu mahzun gönlümü kimler eğlesin
Eğin viran olmuş bülbül ötmüyor
Ağam ırak yolda elim yetmiyor
Sayı tutam dedim sayı yetmiyor
Gel ağam gel ağam tez gel sılaya
Sen gelmezsen ağam gelem oraya
(Eğin Türküsü)
Gurbet tem’ası türkülerimizde o kadar çok işlenmiştir ki bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazılabilir.
“Erzurum Dağları” adıyla bildiğimiz Erzurum türküsünün şu dörtlüğü neler anlatmıyor ki;
Dört yanımı gurbet sardı tel ile
Yaslı yaslı bayram el ilen
Göz göz oldu yaralarım dil ilen
Yaramı sarmaya da derman bulamam
Niyazi Birsel’den alınan aşağıdaki Çorum türküsü de gurbetteki ve sıladan ayrı düşenin ruh halini anlatıyor.
Şu uzun gecenin gecesi olsam
Sılada bir evin bacası olsam
Dediler ki nazlı yârin pek hasta
Başında okuyan hocası olsam
Gurbet’in verdiği hasret duyguları yakın zamana kadar mektuplarla sakinleştirirdi. Sadık Taşucu’ndan alınan Silifke türküsü bunu doğruluyor.
Çiçekler içinde menekşe baştır
Güzeli gösteren göz ile kaştır
Gurbete gidiyom mektup ulaştır
Mektup ile konuşalım bir zaman
Refik Başaran’dan alınan aşağıdaki Ürgüp türküsünde “gurbeti icad edenler”e ilenme vardır. Gurbet icat edilmemiş ki…Gurbet bir olgudur. Sanatçı kimi kime şikâyet etsin? Genelde sebeb felektir.
Garşı bağda sıra sıra bademler
Otursun ağlasın yâri gidenler
Ne sen bana doydun ne de ben sana
Kör olsun gurbeti icad edenler
Alıverin filintamı oymadan
Gideceğim şu Ürgüb’e doymadan
Âşıklar ve halk sanatçıları tarafından icra edilen bir uzun hava çeşidi de “Gurbet Havası” olarak adlandırılır. Âşık Kerem’den alınan bir türkünün dörtlüğü şöyledir.
Kerem der ki dağ üstüne dağ olmaz
Âh çekenin yüreğinde yağ olmaz
Elin kızı gelip sana yâr olmaz
Varıp kapısına kul olmayınca
(Âşık Kerem)
Bir kayseri türküsü var: “Yarim İstanbul’u Mesken mi Tuttun?” Bu türkünün bir de hikâyesi bulunuyor. Elem verici bir hikâye…Bu türkünün sözlerini ve de hikâyesini gurbet acısını ne denli yoğun verdiği için yazıma alıyorum.
“İki genç hayatlarını birleştirirler. Ama geçim derdi delikanlının canını sıkmaya başlar.
Toprak verimsizdir. İş yoktur. Gurbete çıkmaya karar verir. İstanbul’un yolunu tutar. Uzun bir ayrılık başlamıştır, yeni evliler arasında.
Gelin kilim dokuyarak teselli bulmaya çalışır. Aylar yılları kovalar ne gelen var, ne giden. Mektup da gelmez olur artık. Kız bu üzüntü ile verem olur. Artık ümitsizdir. Muradına ermeden göçüp gider bu dünyadan. Arkasında yaşadığı bu umutsuz hayatın öyküsüyle süslenmiş ağıtı kalır.”
Türkünün sözleri şöyledir:
Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun?
Gördün güzelleri beni unuttun
Sılaya dönmeye yemin mi ettin?
Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazmak sözüm kalmadı
Yarim sen gideli yedi yıl oldu
Diktiğin fidanlar meyvalar verdi
Seninle gidenler sılaya döndü
Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazmak sözüm kalmadı
Ağamın giydiği ketenden gömlek
Yok imiş dünyada öksüze gülmek
Gurbet ellerinde kimsesiz ölmek
Mektuba yazacak sözüm kalmadı
İğde çiçek açmış dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
Benim bağrım yufka sitem götürmez
Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazmak sözüm kalmadı
(Kayseri Türküsü)
Sonsöz olarak gurbetin ne kadar acı ve elem verici olduğunu Karacaoğlan’ın bir şiirinin ilk dörtlüğünü yazarak vermek istiyorum. Dünyada korkulacak üç nesnenin biri Gurbet, biri Ayrılık, biri de Ölüm’dür.
Şu dünyada üç nesneden korkarım
Biri gurbet bir ayrılık bir ölüm
Hiç birinden hasta gönül şen değil
Biri gurbet bir ayrılık bir ölüm
*** Köşe Yazarlarımız İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesidir ve telif hakları İLESAM tarafından korunmaktadır. Köşe Yazarlarımızın yazıları izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz. İzin almadan yazıları kopyalayıp başka yerde yayınlayanlar, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında İLESAM'ın kendilerine açaçağı maddi tazminat davasını kabul etmiş sayılır.