Mahmut HASGÜL


mahmuthasgul@hotmail.com
  Tüm Yazıları

SANAT NEREYE 1

      

Sanat tek başına bir psikolojik hal değil aynı zamanda sosyolojik bir yansıtıcıdır. Her ne kadar dönem dönem sosyal gerçeklikten kopuk sanat akımları ve eserler kendini gösterse de sosyal kabuller ve zihniyet dalgalanmaları sanata muhteva ve istikamet belirler.

İnsanlık tarihinin en büyük sosyal değişimini yaşamakta olduğumuz bugünlerde bu sosyal değişimi zamanında ve doğru okumak, sanatın gireceği yeni mecra ve maceraları tahmin etmek hatta mümkünse kurgulamak durumundayız. İnsanlık tarihi sosyal değişimin olacağını ilk defa bu kadar net görebiliyor. Bu net görü hem düşünceleri, hem sanatçıları aynı başlangıç çizgisinde, hemen hemen eşit şartlarda buluşturuyor. Takipte kalmak veya takip edilen olmak özellikle bugünlerde gösterilecek gayret ve kazanılacak vizyonla belirlenecektir.

Olası sosyal değişimlerin ne ve nasıl olacağını üç aşağı beş yukarı herkes tahmin edebiliyor. En azından parça parça da olsa herkesin gelecekle ilgili fikirleri oluşmaya başladı.  Öncelikle nasıl bir sosyal değişimle karşı karşıya kalabileceğimizi özetleyelim:

 Sanayi devriminden sonra şehir yaşamları, yoğun iş trafiği insanı kalabalıklar içinde yalnızlığa itti.  Daha bireysel yaşamlar oluşmaya başladı. Her ne kadar sendikal birliktelikler, sivil ve sosyal örgütlenmeler olsa da insan bireysel ve bencil yaşamak zorunda kaldı. Hayatta kalmak, geçinebilmek insanın bireysel savaşı haline geldi. Dev şehirler, metropoller oluşurken evsizler, düşkünler her köşe başında insanın öz mücadelesinde yalnız olduğu gerçeğini tehdit gibi yüzüne vurdu. Aynı durum kabul görme, sevme ve sevilme için de geçerli oldu. Toplumun ekseriyetinde kabul görme maddi güçle orantılı gibi algılandı. Saadet için araç olan maddi güç gitgide amaç halini aldı. Maddeye bağlı mutluluk anlayışı insanı korkunç bir yarışa soktu. İnsan ruhsal yolculuklarını, duygusal varlıklarını unuttu, ihmal etti.

Kapitalist yaşam biçiminin günden güne bütün dünyayı istila etmesiyle mekanik tavır ve düşüncelere esir olan insanın iç yalnızlığı arttı ve insan en çok kendini ihmal etmeye başladı. Sanat, aşk, idealler (ideolojiler) bile aperatif duygu tatminine dönüştü.

Sosyal medyanın hayatı istila etmesiyle birlikte bedensel beslenmedeki fastfood alışkanlıkları gibi ruhsal beslenmede de fastfooda yönelim başladı, Popüler, ucuz, çabuk sindirilebilen; faydalı olmaktan çok pratik olan, günlük hayatın koşuşturmacasına engel olmayan ama damak zevkine- ruhsal zevke- hitap eden eserler, görüşler, felsefeler tercih edilir oldu.
 İnsan herhangi bir görüş, inanç, aşk, ideoloji ve akıma kendini uzun süreli kaptıramayacak kadar meşguldü. Onun için hepsinden kendince yeteri kadar aldı. Hiçbirinin hikmetine vakıf olmaya gerek duymadan yalnızca ruhsal tatmin için hepsinden birer parça aldı, hepsini kısa zamanda tüketiverdi. Herkes her şeyi bilir hale geldi ama hiç kimse hiçbir şeyin hikmetine vakıf olamadı. Sığ bir entelektüelizm gelişti. Sanat da bütün bunlardan nasibini aldı. Popüler sanat kendine kitleler bulurken nitelikli sanat itibar görmedi ve kendini zamanın adaletine çaresizce teslim etti.

Nitelikli olan itibar görmedikçe nicel olarak azaldı. Geçtiğimiz yüzyıl bu ve buna benzer kayıplarla geçti. Kapısında durduğumuz dijital çağ ise çok daha vahşi, yıkıcı ve hızlı olacak gibi görünüyor.

 İnsanın insanla savaşı tarz ve taktik değiştirecek. Küresel oyun kurucular devletlerden ziyade şirketler, vakıflar olmaya başladı. Çağdaş kölelik lokal olmaktan çıkıp küresel olmaya başladı. Küresel güçlerin karşısında bir denetleme mekanizması kalmadı, kalmayacak. Küresel sistem bütün bir gezegeni asgari geçim koşullarına mahkum ediyor, edecek. İnsanlık ruhsuz ve vicdansız sistemlere göre sayısal bir varlıktan başka bir şey değildir. İnsanın neyi , ne kadar yiyeceğine; hangi aşıyı ne zaman vurunacağına; hangi kıyafetleri giyeceğine; ne kadar çalışıp neleri ne kadar üreteceğine, hatta kimlerin ne kadar yaşayacağına karar verebilen korkunç bir güce dönüşüyor. Neosoyalist bir yapılanmanın gelmekte olduğunu birçok bilim insanı ifade etmektedir.

Peki sanatın ve sanatçının konumu ve misyonu ne olacak?
Sanatçı da kitlelerin bir parçası olarak yapay gerçekliğe kayıtsız şartsız biat ederek sistemin propaganda organına mı dönüşecek, yoksa inandığı doğruları haykırmak için kendisine bir mücadele tarzı ve alanı mı bulacak?
Her ikisi de olacak.

İkincisini tercih edenler için “alan” ve “tarz” arayışı başlamıştır. Bu yazı ve devamında gelecek yazılar geleceğin yazarları ve aydınları kendini nasıl ifade edecek, sorusuna cevaplar arayacaktır.

*** Köşe Yazarlarımız İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesidir ve telif hakları İLESAM tarafından korunmaktadır. Köşe Yazarlarımızın yazıları izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz. İzin almadan yazıları kopyalayıp başka yerde yayınlayanlar, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında İLESAM'ın kendilerine açaçağı maddi tazminat davasını kabul etmiş sayılır.


 Okunma Sayısı : 1058

Yorumlar

Yorum Yap

Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 426097
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.