Neslihan GÜRSOY


neslihan.gursoy@arentanitim.com.tr
  Tüm Yazıları

İNDİR O PARMAĞI

Nereye baksan, bir parmak hep havada… Kime ne yapacağını söyleyen insanlar her yerde! Sorsan da sormasan da konuşurlar. Onları umursamayanlar mı?  Küçümsenirler, aşağılanırlar… Yine mi olmadı? Yine mi vuramadılar hedeflerini? Bu defa yapılmak istenen şey kötülenip değersizleştirilmeye çalışılır. Üstelik hakim ya da savcıymış gibi, sanki bir mahkemedeymiş gibi yargıları ile infaz edip daha da ileri gidebilirler.

Yorulduk değil mi bu tipleri görmekten artık? Kendi hayatına gücü yetmeyip şahsi sorumluluklarından kaçanlardan, güzel güzel yaşamayı beceremeyip başkalarını kendilerine benzetmeye çalışanlardan çok yorulduk! Bırakın artık sağa sola parmak sallamayı da kendi hayatınızı yaşayın. Bir kere geliniyor bu dünyaya. Başkalarına değil kendinize bakın.

Böylesi çok daha kolay olmalı ama bırakmıyorsunuz ki ne kendinizi ne etrafınızı!

Şöyle demiş birisi: “20 yaşında evlenebilir, 40 yaşında hâlâ bekâr olabilirsin. 18 yaşında okulu bırakabilir, 50 yaşında okula başlayabilirsin. İstediğin yaşta aşık olabilir, istediğini giyinebilirsin. Hayat senin hayatın. Normal kriterini belirleyecek olan tek kişi sensin. Diğerleri değil.”

İşiyle değil de kişiyle uğraşanlara güzel ne sade bir cevap değil mi?

Sen hayatının aşkını 20 yaşında bulamadıysan bulana ne?

Senin 50 yaşında okumaya cesaretin yoksa olana ne?

Cesaretin yoksa eğer “bu benim hayatım” demeye, cesareti olana parmak sallama!

Onun değil senin yaptığındır haddini aşmak. Bırak artık kendine kral başkasına jandarma kesilmeyi.

Haddimizi aşacaksak yaptığımız işlerde, iyiliklerde, sevmekte aşsak. Özdemir Asaf'ın deyişiyle kendi bahçemize dal olamayıp başkasının bahçesine ağaçlık taslamasak keşke. Yerli yersiz had bildirmeye kalkanlar had bilse başka neye ihtiyaç kalır ki?  Hemen şimdi, bu satırların yazarı olarak ben dahil, kafamızı iki elimizin arasına alıp düşünelim.

Yargılayanı yargılama kibrine düşmekten çekinerek yazdığım bu satırlar, bir had bildirme yazısı değildir. Olsa olsa bir durum bildirimi olabilir. Birazcık da sesleniş olabilir sesimi duyurabildiklerime.

Benim hayatımı yargılamadan önce, benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç. Hüznü acıyı ve neşeyi tat. Benim geçtiğim senelerden geç, benim takıldığım taşlara takıl. Yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi... Ancak ondan sonra beni yargılayabilirsin. MEVLANA

Kimileri var, cin olmadan adam çarpmaya kalkanlardan! Hiçbir deneyimi, hiçbir üretimi olmamasına rağmen her şeyi bilirler ve elbette ki herkese akıl verirler. Kimileri de var, tek tecrübesi bir meslekte uzun yıllar geçirmekten ibarettir. Bırakın yaptığı işle birine ya da bir şeye faydalı olmayı, mesleğinin yıllar içinde geçirdiği değişimden bile haberi yoktur. Otuz yıl o işi yapmıştır ama otuz yıl ilk günkü bilgisi neyse hep onu kullanmıştır. Sonra geçer karşına “Ben otuz yıldır bu işi yapıyorum.” diye parmak sallar. Yapıyorsun da yanlış yapıyorsun işte!

Şimdi bu iki tip insanın aynı yerde olduğunu düşünün. Okul, hastane ya da herhangi bir yer… Ne diyorsunuz? Nasıl bir manzara karşınızdaki? Bence berbat ve gelecek adına ümitsiz bir manzara. Peki, bu ikisinin birbirine salladıkları parmaklarını indirip birbirlerini anlamaya çalıştıkları, amaçlarının en azından bir orta yolda buluşup geleceğe kendi yollarında ama birlikte ilerlemek olduğu bir manzara nasıl olurdu? Bence tek kelime ile şahane!        

Tabii bu somut bir örnek. Bir de insanların yaşam tarzına, beğenilerine, sevdiği şeylere, yapmak istediklerine, hayallerine parmak sallayanlar var. İşin o tarafı derin bir kuyu. Hatta dibi yapış yapış balçıklı, çırpındıkça insanı daha derine çeken bir kuyu. Ömründe bu kuyuya en azından bir kere düşmemiş kimseyi tanımıyorum. Hepimiz bu kuyunun nasıl bir yer olduğunu biliyoruz.

Kuyudan çıkıp başkalarını bu kuyuya atmaya başlayanlar var ki işte bunlar etrafa en çok parmak sallayanlar. Kendi karanlıkları görünmesin diye bağrış çağrış, öfke dolu, hınç dolu bir hayat sürerler. Tam da bunlara son sözüm: Bir şeyin neden o şekilde olduğunu ya da bir insanın neden öyle bir insan olduğunu anlamaya çalışmak sizin gerçekte kim olduğunuzu bulmanıza vesile olacak. İhtiyacınız olan şey sadece bu. Bu anlama eylemi gerçekleştikçe karmaşanın içindeki huzur gelecek.

Sahi! En son ne zaman, kime ve en önemlisi neden öfke ile parmağınızı salladınız? En son kimi, neden beğenmediniz? En son kimin hayalini alaya aldınız? En son kimin umudunu kırdınız? Şimdi sadece yapmasanız da olur muydu, bunu düşünün! 

*** Köşe Yazarlarımız İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesidir ve telif hakları İLESAM tarafından korunmaktadır. Köşe Yazarlarımızın yazıları izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz. İzin almadan yazıları kopyalayıp başka yerde yayınlayanlar, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında İLESAM'ın kendilerine açaçağı maddi tazminat davasını kabul etmiş sayılır.

 

 

 


 Okunma Sayısı : 1547

Yorumlar

  1. Faruk GÖKBULUT 04 Aralık 2020 02:07

    Mehmet Nuri Ağabey, ilim ve edebiyat alanında yaptığınız bu muhteşem katkılar için buradan size bütün Türk Gençliği adına minnet ve şükranlarımı arz ederim. Var olasınız... Selâm ve muhabbetle...

Yorum Yap

Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 788801
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.