Anadolu, tarihin her döneminde dünya ölçeğindeki jeopolitik konumunu koruyarak en köklü ve kadim medeniyetleri beşiklik etmiştir. Cihana hükmetmek isteyen devletlerin, Akdeniz ile Karadeniz’e kıyısı olan ve boğazlarla irtibatlarını sağlayan, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan, Ortadoğu’ya komşu olan Anadolu’ya sahip olma arzusu hiçbir zaman gündemlerinden düşmemiş ve hep hayallerini süslemiştir.
Anadolu, jeopolitik konumunun yanında yer altı ve yer üstü zenginlikleri sebebi ile tarihe derin izler bırakan bir iskân ve şehirleşme sürecine sahne olmuştur. Her yönden kıymete değer bir toprak parçası olan Anadolu, 11. Yüzyıldan itibaren “Türkiye” adını almıştır. Türklerin, Anadolu’ya yerleşmesi düzenli bir mahiyette cereyan etmiş, asla mevcudu “imha” üzerine değil, planlı bir “iskân” anlayışı ile gerçekleşmiştir. Türkler, Anadolu’ya “adalete dayanan” aynı zamanda “düşünce ve vicdan hürriyetini” baskılanmayan bir anlayışla yerleşmişlerdir. Türkler, Anadolu’ya, insanı insanın yurdu olarak gören zihniyet ile ayak bastıklarından dolayı, orada yaşayan mevcut halklarda sorunlarının çözümünü bu yeni anlayışla inşa edilen Türk-İslam medeniyeti anlayışında bulmuştur. Zira Türk-İslam medeniyet anlayışı, ayak bastığı yerleri “işgal” değil “inşa” zihniyetine dayandığı için, taş üstünde taş koymayarak mekânları “harap” etmekten ziyade, taş üstüne taş koyarak mevcudu daha da “abad” eden bir bakış açısına sahip olmuştur.
Anadolu yurt edinilerek Türk-İslam medeniyeti inşa edilirken, büyük imtihanlar verilmiştir. Bu çetin imtihandan başarıyla çıkılması Anadolu’yu fetheden kahramanların sergilediği maddi ve manevi fedakârlıklarla olmuştur. Hanefi, Maturidi ve Yesevi ahlakı ile “Alperenlik” ruhunu kuşanan “Gaziyan-i Rum, Ahiyan-i Rum, Abdalan-i Rum ve Bacıyan-i Rum” bu kahramanların mensup olduğu teşkilatların genel adlarıdır. Bu süreçte oluşan tüm kurum ve müesseseler Anadolu topraklarını sarıp sarmalarken “adalet” temelinde Türk-İslam medeniyeti inşa edilmiş ve bu sağlam temellendirmeyle Türkler, yüzyıllar boyu Anadolu’yu da aşan topraklar üzerinde hadim/hükümran olmuştur.
Kitleler halinde Anadolu’ya göç ederek yerleşen Türkler, farklı kültürlerle yüz yüze geldikleri yeni yurtlarında karşılaştıkları hayat şartlarına farklı bakış açıları geliştirmişlerdir. Selçuklu dönemine denk düşen süreçte, bu bakış açılarını üç grupta toplayabiliriz. Birincisi, Devleti yönetenlerin, Anadolu’ya göç eden Türkler arasında İslam’ın kök salması aşamasında şamani inancın etkisinde kalmamaları için Türk tarihine ve geleneklerine çok seviyeli durmaları; ikincisi, bu anlayışın tam tersi olarak bazı grupların ağırlıklı bir mahiyette eski geleneklere ve şamani inançlara bağlı olmaları ve bu nedenle merkezi otorite ile çatışmaları; üçüncüsü, İslâm inancı ile Türk geleneklerin İslam’a uygun yönlerini kaynaştırarak, Anadolu’da yeni bir hayat tarzı oluşturma gayretleri. İşte Ahilik ilk iki grubun ifrat ve tefrit noktasındaki tavırlarından uzak, üçüncü bir grup olarak yerleşik hayata geçmeye çalışan Türkmenleri birleştiren ve kaynaştıran bir düşünce sistemidir. Ahi Evren’in temelini attığı bu düşünce sisteminin merkezinde dünyada ve ahirette mutlu olması için insana hizmeti esas alan bir hayat felsefesi vardır. Ahi birliklerinin amacı, toplum içinde varlığın rahatlığı ile yokluk sıkıntısını çekenleri, emek sahibi ile sermaye sahiplerini, üretici ile tüketicileri bir ideal etrafında toplayarak, millet ve devlet kaynaşmasını sağlamaktır. Bu kapsamda Ahilik sosyal, kültürel, iktisadi, eğitim ve siyasi işlevlerinin yerine getirerek, Anadolu’nun İslamlaşma ve Türkleşmesini sağlamıştır.
*** Köşe Yazarlarımız İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesidir ve telif hakları İLESAM tarafından korunmaktadır. Köşe Yazarlarımızın yazıları izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz. İzin almadan yazıları kopyalayıp başka yerde yayınlayanlar, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında İLESAM'ın kendilerine açaçağı maddi tazminat davasını kabul etmiş sayılır.