Edebiyat dünyasında aktif olmanın en büyük kazancı kitaplardan tanıdığınız insanlarla zaman içinde dost olma ihtimalinizin olmasıdır. Bazı isimlerde düş kırıklıkları yaşasanız da bazı isimlerle yakın olmanın heyecan ve gururunu yaşayabilirsiniz.
Adını ilk defa üniversite yıllarında hocam Prof. Dr. Sadık Kemal Tural’ın “Zamanın Elinden Tutmak” kitabıyla duyduğum, tanımadan sevdiğim, Ahmet Tevfik Ozan; tanıdıktan sonra da gönül dünyamda daha da devleşen nadir isimlerden biri oldu.
12 Eylül öncesinin Ankara’da tanınmış, sözüne itibar edilen genç dava adamı olarak kendini gösteren Ozan şiirleriyle Yunus sıcaklığında gönüllere dokunabiliyordu. Mamak’ta esaret altında yaşadığı zor günlerde bile kavganın değil kardeşliğin türkülerini söylüyordu. Karşıt grupların dahi saygınlığını o doğal haliyle kazanmıştı. Ömrünce su damlası gibi doğal ve akıcı şiirler yazdı. Şiir onun için kalplere dokunmanın en naif ve edepli yoluydu.
Edebi edebiyatın ön koşulu olarak görüyordu.
Yüz yüze tanıdıktan sonra sayısız programda birlikte olduk. Kendine has ses tonuyla, tane tane konuşması dinleyenlerin gönül kapılarını ardına kadar açmasına vesile oluyordu. Konuşması da şiir tadındaydı, belki bu yüzde uzun uzun şiirler okumazdı.
Edebiyatçı edepli olmalıdır prensibinden kaynaklı olsa gerek ki hiçbir programda kızdığını, dedikodu yaptığını, kaprisli tavırlar sergilediğini görmedim.
Davet edildiği programlarda kendisini belirlenen kurallara riayet eden bir “asker” olarak görüyordu. Organizasyonda ne varsa ona harfiyen uyuyordu.
Vefayı öğrendiğimiz nadir isimlerden biriydi. En eski dostlarını, arkadaşlarını asla unutmazdı. Muazzam bir isim hafızasıyla gittiği her yerde dostlarını hatırlar, sorar, bulurdu. Hatıraları hafızasında ilk günkü tazeliğiyle yaşardı. Tokat’ta benden çok tanıdığı vardı sanki. O kadar çok isimden bahseder, öyle hatıralar anlatırdı ki şaşırıp kalırdım.
Tokat’la gönül bağı vardı. Zaman zaman bizler ona hediye paketleri gönderirdik, zaman zaman da o bize. Ama itiraf edelim ki ilk o başlattı ve her defasında daha fazla fedakârlık yapan hep o oldu.
Şiirin sihirli dünyasının bize kazandırdığı bir “ağabey”, bir “dost” idi.
O gitti, şiirler kaldı.
Şiirleri okundukça şairlere ölüm yok.
Şimdi dua dua okuma vaktidir.
Yarı Açık Cezaevi, Kayseri..
Toprak tozlu, sıcak; Erciyes’te kar! ...
Bir kilim sermiştik, volta yoluna..
Ve sen ne demiştin: ‘‘Ölüme kadar! ...’’
*
Aynalar, param parça.. dökülmüş yollarıma
Rakseden, ışıl ışıl güneşlerle gel diyor...
Sardığım, yarı şeffaf bir hayal; kollarıma
Bir hayali sevgili; gülüşlerle, gel diyor..
Zerreler akıyorken, zamanın yalağında
Bir sır var, bu alemde; zerrelerce bir sır var! ...
Hayattan kelebekler uçar, ölüm bağında
Bir sır var bu kalemde, çizgilerce bir sır var!
*
Bin kerre secde etse yeridir, garip başım
Seni taştan, topraktan çıkarıp gönderene..
Belki, seni görmeden dağılır mezar taşım
Ve belki Rabbim verir, gülünü; gül derene! ..
*
Yüzyıl öncesinde; yoktum… hakikat!
Yüzyıl sonrasında, olmayacağım...
Yer yüzünde zerre zerre bir feryat:
Yoklar arasında, Ben nasıl varım? ! ...
*** Köşe Yazarlarımız İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesidir ve telif hakları İLESAM tarafından korunmaktadır. Köşe Yazarlarımızın yazıları izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz. İzin almadan yazıları kopyalayıp başka yerde yayınlayanlar, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında İLESAM'ın kendilerine açaçağı maddi tazminat davasını kabul etmiş sayılır.